Yazar Rumuzu: yeni 4990
Eser Sıra Numarası: 120218eser01
ÇOK ZAMANDA KÜÇÜK İŞLER
Genç olmak, giderek yaşı ilerleyen bu
dünyada taze umutlar besleyebilmektir. Hareketlerinde bitmek bilmeyen yaşam
enerjisine sahip olmaktır. Dahası dünyayı değiştirebileceğine inanmak, bu
inançla gözünü karartabilmektir.
Genç olmak idealist olmaktır belki de.
Kendin kadar başkaları içinde hayal kurabilmek, hayallerinin peşinden
sürükleyebilmektir hayatı sonra.
Peki, yıllardır önümüze konulan müfredat
gençliğimizi ne kadar yaşatabiliyor? Genç olduğumuzu ne kadar hissettirebiliyor?
Bundan yaklaşık 2400 yıl önce Platon
‘Yasalar’ında gençler için önemli meselelere değindi. Eğitimin bedenen ve ruhen
sağlıklı olabilmek için şart olduğunu belirtiyordu.“ Eğitimin görevi ‘Onur,
zenginlikten üstündür!’ ilkesini gençlere bildirmektir. “ diyor ve ekliyordu: “
İyi olanı teşvik, kötü olanı da olabildiğince def etmek için öğretim
programları çok önemlidir. “
Hâlbuki müfredattaki bilgi yükünün, sınav stresinin ortasında kalan gençler bedenen ve ruhen ne kadar sağlıklı olabilir, yaşam savaşından en az yarayla nasıl kurtulabilir ki?
Hâlbuki müfredattaki bilgi yükünün, sınav stresinin ortasında kalan gençler bedenen ve ruhen ne kadar sağlıklı olabilir, yaşam savaşından en az yarayla nasıl kurtulabilir ki?
21. yüzyıl gençlerinin yaşamı ve ihtiyaçları
çok farklı. Aslına bakılırsa bugünün müfredatı da Platon’dan çok geride.
Öğrencilere verilmesi amaçlanan bilginin yoğunluğu günümüzde bilginin
değersizleşmesinin temel nedeni. Zaten öğrencilerin sırtına yüklenen bilgi, bu
yüzden her geçen gün bir yığın oluşturmuyor mu? Öğrencilerin çoğunun bilgiyi
içselleştiremediği açık değil mi? “Japonya nerededir?” diye sorulduğunda
kendinden emin “Kıbrıs’ın yakınlarında” cevabını verenler de bu müfredatın
ürünü değil midir sonuçta?
Öğrencilerin amaçlanan bilgiye ulaşmaları,
bilgiyi benimsemeye çalışmaları; hem fikri terakkiye hem de yetenekleri yönünde
farkındalık kazanmalarına fırsat vermiyor. Doktor olup sonradan şarkıcı olmak
isteyenler; öğretmen, mühendis olup da pişman olanlar, ne olacağına dahi karar
verememiş olanlar bir tesadüf olarak mı ortaya çıkıyor?
Kim bilir
kaç fikir, kaç sanatçı ruhu, kaç bilim adamı özverisi müfredat altında ezilip
sıradanlaşıyor, köreliyor? Böylece kaç içe kapanık öğrenci yetiştirildi,
yetiştirilmeye de devam ediyor özenle?
Müfredat bize özgün bireyler olduğumuzu
hissettirmeli. Saf ve art niyetsiz fikirlerin, genç nüfusun ufukları açık
toplumlar yarattığını anlatmalı. Beni ‘ben’ yapanların ne olduğundan
bahsetmeli, bunları sorgulamama fırsat vermeli en azından…
Müfredat ne kadar iyi niyetli olursa olsun
‘sınav’ gerçeği onu her zaman araç haline getiriyor. Ezberci eğitim;
müfredattaki bilgi yoğunluğu ve ferdi gelişimin hedeflenmemesinden, sınavların
belirleyiciliğinden beslenmiyor mu?
Gerçekte
müfredat, sınav ile birleştiğinde kayıtsızlığı, duygusuzluğu da beraberinde
getiriyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bugünün ezberci müfredatının
yetiştirdiği gençler için:
Savaşlarda
ölenler adına üzülmenin, bugün uğruna dün kimlerin acı çektiğinin, geçmişte
yaşanmış olayların eseri olan kin, nefret ve sefaletin; kültürün, edebiyatın,
dili doğru kullanmanın, dünyanın nereye gittiğinin önemi yok. Varsa yoksa ‘ben’
var. 5 seçenekten biri doğru. Yani tek doğru var. Tartışma gereksiz, doğru
ortada…
Rekabet
temel gereksinim…
Yarışmak,
kim olduğunu unuturcasına, amacının ne olduğunu bilmeden, alabildiğine…
Yazıyı yazmaya başlamadan evvel elimde bir kitap vardı. Refik Halid Karay. Okumak istiyorum ama okuyamıyorum. Çünkü soru çözmek zorundayım, ‘rakip’ olarak tanıtılan arkadaşlarım beni çoktan geçtiler. ‘Gözyaşı’ başlıklı hikâye de bana bakıyor. Refik hakikaten ileri görüşlü bir yazar, diyorum. Bu başlığı şu an için atmış olmalı. Ama ben gülümsüyorum.
Babamın
sözleri çınlıyor kulaklarımda: “ Sen yaptığın şeysin, söylediğin değil. “
Merak
ediyorum da ben ne yapıyorum?